hatay keldağ kisecik israili koruyor
"Kıyamet alâmetleri bir ipe dizilmiş tesbih taneleri gibidir. İp bir kere koptu mu hepsi peş peşe zuhur eder." H.Ş
31 Ağustos 2024 Cumartesi
Bir gün mutlaka uyanacaksınız. Ama gördükleriniz, rüya olmayacak.!
''Bebeklere aşı (tümü) yapılamaz, kesinlikle yapılamaz.''
Profesör Doktor Alişan Yıldıran. Çocuk İmmünoloji ve alerji uzmanı.Nisâ Sûresinin Âyetlerin Tefsîri 32. Ey mü'minler! Allâh'ın başkalarına vermiş olduğu din ve dünya ile ilgili şeyleri hasretle temenni etmeyin. Zîrâ bu, karşılıklı kin ve hasede sebeb olur. Zemahşerî şöyle der: Mü'minler hasetten ve Allâh'ın bazı insanlara diğerlerinden fazla olarak verdiği makam ve malı arzu etmekten nehyedildiler. Çünkü bu Allâh'ın taksimidir, bir hikmetten dolayı o öyle olmuştur ve Allâh'ın, kullarının halini bilmesinin bir sonucudur Erkeklerin kendi kazandıklarından, kadınların da kendi kazandıklarından bir nasibi vardır. Yani her iki tarafın, mîrâsta belli bir miktar nasibi vardır. Taberî şöyle der: Herkes kendi amelinin karşılığını görecektir. Hayır işlemişse hayır, şer işlemişse şer görecektir. [86] Allah'tan, O'nun lütfu-nu isteyin, o size verir. Çünkü o çok cömert ve karşılıksız verendir. Şüphesiz Allah her şeyi bilir. Bu bilgisinin sonucu olarak insanları tabakalara ayırmış ve onların bazılarını bazılarına üstün kılmıştır. [87] 33. Biz herbir insan için, ana baba ve akrabaların bıraktığı mirastan hisselerini alacak vârisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı kimselere, yani Câhiliyye zamanında yardım etmek ve mîrâscı olmak üzere kendileriyle anlaşma yaptığınız kimselere, mirastan paylarını verin. Bu hüküm, İslâm'ın başlangıcında böyle idi, daha sonra kaldırıldı. Hasan-ı Basrî şöyle der: Aralarında neseb bağı olmayan iki kişi birbirleriyle anlaşma yapıyor ve biri diğerine mîrâscı oluyordu. Allah "Akrabalar birbirlerine vâris olmaya daha uygundur. [88] âyetiyle bu hükmü kaldırdı. İbn-i Abbas şöyle der: Muhacirler Medine'ye geldiklerinde bir Muhacir bir Ensâra vâris oluyordu. Halbuki aralarında Resûlullah (s.a.v.)'in tesis ettiği kardeşlik dışında bir akrabalık bağı yoktu. Âyeti nazil olunca, bu mîrâscı olma hükmü kaldırıldı. [89] Şüphesiz Allah herşeyi görmektedir. Ona göre sizi cezalandıracaktır. Sonra "Yüce Allah erkeklerin kadınlara karşı bazı sorumluluklar yüklendiğini ve kadınları bir idareci gibi yönettiklerini beyan ederek şöyle buyurur: [90] 34. Erkekler, kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Yani onlara emir verir, bazı işleri yapmaktan meneder, onlar için harcama yapar ve bir devlet adamının halkı yönettiği gibi onları yönetirler. Çünkü Allah erkeklere, daha fazla akıl ve yönetme kabiliyeti verdi ve kazanç temin etme ve harcama yapma görevini onlara yükledi. Onlar kadınları koruma, gözetme, oniar için harcama ve onları terbiye etme görevini yürütürler. Ebussuûd şöyle der: Erkekler akıllarının olgunluğu, güzel yönetimleri, temkinli, ağırbaşlı ve daha kuvvetli olmaları sebebiyle üstün tutulmuştur. Bundan dolayıdır ki nübüvvet, imamet, velayet, şahitlik, cihat ve benzeri görevler onlara verilmiştir, [91] Sâliha kadınlar itaatkardır, Allah onları nasıl koruduysa, onlar da öylece göze görünmeyen (aile sırlarını) korurlar. Bu âyette, erkeklerin yönetimi altında bulunan kadınların hali geniş bir şekilde anlatılmaktadır. Yüce Allah onların iki kısım olduğunu açıkladı: Sâliha ve itaatkar kadınlar, başkaldıran ve isyan eden kadınlar. Sâliha kadınlar Allah'a ve kocalarına itaat eder, yapmaları gereken görevleri yerine getirir ve kendilerini fuhşiyattan korurlar, kocalarının mallarını dağıtmazlar. Ayrıca onlar, kocaları ile aralarında geçen ve gizlenmesi gerekli ve güzel olan konuları gizli tutarlar. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyu-rulmuştur: "Kıyamet günü Allah katında derecesi en kötü olan insanlardan biri de, hanımı ile cinsî münasebette bulunduktan sonra birbirlerinin sırlarını yayanlardır. [92] Ey erkekler! Baş kaldırmalarından korktuğunuz, yani kocalarına itaat etmek istemeyen kibirli kadınları ıslah etme çarelerini arayın. Onlara nasihat ve irşad yoluyla öğüt vererek korkutun. Eğer nasihat ve öğüt fayda vermezse onları yataklarda yalnız bırakın. Onlarla konuşmayın ve onlara yaklaşmayın. İbn-i Abbas şöyle der: "Hecr, kadınla aynı yatakta yattığı halde, ona sırtını çevirerek onunla cima etmemektir. [93] Eğer yine vazgeçmezlerse, onları şiddetli olmayacak şekilde dövün. Eğer sizin emirlerinize uyarlarsa, artık onlara eziyet vermek için aleyhlerinde başka bir yol aramayın, Bilin ki Allah yücedir, büyüktür. Yani Allah sizden daha yüce ve daha büyüktür. O, kadınların velisidir. Onlara zulüm ve haksızlık edenlerden intikam alır. Bakın, Yüce Allah bize kadınlarımızı terbiye ederken ne yapmamız gerektiğini nasıl öğretiyor. Cezalandırmadaki tertib ve inceliğe bir bakın. Yüce Allah bize, önce onlara öğüt vermeyi, sonra onları yataklarda yalnız bırakmayı, daha sonra da şiddetli olmayacak şekilde dövmeyi emrediyor. Sonra da âyeti, kendisinin yüce ve büyük olduğunu gösteren sıfatları zikrederek bitiriyor ki, kul, Allah'ın kudretinin, kocanın karısına olan kudretinden üstün olduğunu ve O'nun, zayıfların yardımcısı ve mazlumların sığınağı olduğunu anlasın. [94] 35. Ey hâkimler! Eğer eşler arasında bir ihtilâf ve düşmanlıktan korkarsanız, erkeğin âilesinden âdil bir hakem ve kadının âilesinden de adil bir hakem seçiniz. Bunlar bir araya gelerek eşlerin durumunu görüşüp faydalı olanı yapsınlar. Bunlar, iyi niyetle, Allah rızâsı için nasihat ederek eşlerin arasını bulup barıştırmak isterlerse Allah bunların aracılığını uğurlu kılar, eşler arasında barış ve ünsiyet meydana getirir ve kalplerine sevgi ve merhamet duygularını yerleştirir, Şüphesiz Allah, kulların hallerini bilir, onlar için koyduğu kanunlarda hikmeti vardır. [95] 36. Allâh'ı birleyin, ona tazim ve kulluk edin, putlar veya diğerlerinden hiçbir şeyi ona ortak koşmayın, anaya, babaya iyilik, ihsan, lütuf ve ikramda bulunmayı tavsiye edin. akrabaya, özellikle yetim ve yoksullara iyilik edin. Akraba komşuya iyilik edin, çünkü onun üzerinizde hem komşuluk hem de akrabalık hakkı vardır. Aranızda akrabalık bulunmayan yabancı komşuya ve yakın arkadaşa iyilik edin. İbn-i Abbas: Bu, yolculuktaki arkadaştır, der. Zemahşerî de şöyle der: Bu, ister yolculuk arkadaşı, ister bitişik komşu, ister okulda tahsil arkadaşı, isterse herhangibir meclis veya başka bir yerde yanında oturan biri olsun sana arkadaşlık eden kimsedir. Yani aranızda meydana gelen en kısa bir sohbet arkadaşı demektir ki, senin bu hakkı gözetmen ve unutmaman gerekir. Bir görüşe göre yakın arkadaştan maksat kadındır. [96] Âilesinden ve ülkesinden uzakta kalmış yolculara ve elinizin altında bulunan köle ve cariyelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kendini beğenen, akraba ve komşularına büyüklük taslayan. insanlara karşı böbürlenip duran, kendini onlardan daha yüksek ve daha üstün sayan kimseyi sevmez. Bu âyet umumî ahlâk prensiplerini kapsayıp iyilik etmeye ve güze. ahlâk prepsiplerine uymaya teşvik etmektedir. Bu âyeti gerçek manâsıyla düşünen kimse ediplerin öğütlerine ve mütefekkirlerin nasihatlarma ihtiyaç duymaz. Yüce Allah bundan sonraki âyette Allâh'ın kendilerine buğz ettiği bu kimselerin vasıflarım anlatarak şöyle buyurdu: [97] 37. Bunlar, Allah kendilerine farz kıldığı halde onun yolunda harcama yapmayan ve başkalarına da yapmamalarını emreden kimselerdir. Bu âyet Ensar'a "Mallarınızı cihad ve zekat yolunda harcamayın" diyen bir grup Yahudi hakkında nazil olmuştur. Bununla birlikte mânâsı umûmîdir. Bunlar, Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği mal ve zenginliği gizledikleri gibi, Resûlullah (s.a.v.)'in vasıflan ile ilgili Tevrat'taki âyetleri de gizlerler. [98] Allâh'ın nimetini inkâr edenler için horlatıcı ve zelil kılıcı elim bir azap hazırladık. [99] 38. Allâh'a ve âhiret gününe sağlam bir imanla inanmadıkları halde mallarını, Allah rızâsı için değil de gösteriş, övünmek ve şöhret için harcayanlar da âhirette azap çekeceklerdir, Şeytan bir kimsenin arkadaşı ve tavsiyelerine göre iş yapacağı dostu olursa bu ne kötü dost ve arkadaş olur. [100] 39. Allâh'a ve âhiret gününe îmân edip te Allâh'ın kendilerine verdiğinden onun yolunda harca salardı ne zararları olur ve ne gibi bir vebal altına girerlerdi.? Bu soru kınama ve inkâr ifade eder. "Hiçbir vebal ve zararları olmazdı" demektir. Zemehşerî şöyle der: Bu intikam alan birine "af etseydi ne zararı olurdu?" ve isyankâr birine "itaatli olsaydın neyin eksilirdi?" denilmesine benzer. Bu bir kınama ve yerme ve faydalı olanı bilmediklerini anlatmaktır. [101] Allah onların durumunu hakkıyla bilmektedir. Bu onlar için bir ceza tehdididir. Yani yaptıklarından dolayı Allah onları cezalandıracaktır. [102] 40. Şüphesiz Allah zerre kadar da olsa kimsenin amelini eksiltmez. Bu bir temsildir. Az şey misal verilerek çoğa dikkat çekilmektedir. Zerre kadar haksızlık etmeyen daha fazlasını hiç yapmaz demektir. Kulun zerre kadar yaptığı iş iyilik ise Allah onu artırır ve onu kat kat çoğaltır. Amelin sevâbından fazla olarak kendinden de büyük bir mükâfat verir. Bu, cennettir. [103] 41. Her ümmetin peygamberini aleylerinde şahitlik etmek üzere getirdiğimizde ey Muhammed seni de ümmetinden isyankâr ve yabancıların isyan ve yalanları hakkında şahitlik etmek üzere getirdiğimizde kâfir ve günahkârların hali nice olur? Onların durumları ne olur? Buradaki soru kınama ve azarlama ifade eder. [104] 42. Allah'ın birliğini inkâr ve peygamberine isyan eden günahkârlar o zor günlerde yere gömülmeyi ve ölülerin üzeri gibi üzerlerinin dümdüz edilmesini veya yerin ayrılıp onları yutmasını "böylece toprak olmayı isterler. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmuştur. gün kişi önceden ne yapmışsa ona bir göz atacak ve kâfir "Keşke toprak olsaydım." diyecektir.[105] Bu durum kıyametin şiddetini gördüklerinde meydana gelecektir, Allah'tan hiçbir haberi gizleyemez-ler. Çünkü onların âzâlan yaptıkları hakkında aleyhlerinde şahitlik edecektir.[106] Bundan sonra Yüce Allah sarhoşluk ve cünüplük halinde namaza yaklaşılmamasını emrederek şöyle buyurdu. [107] 43. "Ey îmân edenler! Siz sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaz kılmayın. Çünkü bu halde gönül alçaklığı ve sükûnetle Allâh'a yakarmak olmaz. Bu durum içkinin haram kılınmasından Önce idi. Tirmizî Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivâyet eder "Abdurrahman b. Avf bir yemek hazırlayarak bizi davet etti yemekte bize şarap içirdi. Şarap bizi sarhoş etti. Namaz vakti gelince imamlık için beni ileri sürdüler. Ben namazda Kâfirûn sûresini, De ki: Ey kâfirler! Ben sizin taptığınıza taparım. Biz sizin taptığınıza taparız" şeklinde okudum. Bunun üzerine Yüce Allah, âyetini indirdi. [108] Yolcu olan hariç cünüp iken de güsül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Yani meni gelmesi veya meni gelmeksizin cinsî münasebette bulunma sebebiyle temiz olmadığınızda namaz kılmayın. Ancak yolcu olur da su bulamazsanız, bu durumda teyemmüm ile namaz kılınız. Eğer hasta olursanız su da size zarar verirse veya yolcu olursanız, abdestiniz de olmazsa; yahut küçük veya büyük abdestinizi yapar veya başka bir şekilde abdestinizi bozar da su bulamazsanız veya kadınlara dokunupta temizlenecek su bulamazsanız. İbn-i Abbas: "dokunmak, cima etmektir" dedi. İşte su bulamadığınız bütün bu durumlarda temiz toprakla teyemmüm edip temizlenin. Yüzlerinizi ve elleriniz bu toprakla mesh edin, Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır. Zorluğa düşmemeleri için kullarına ruhsat vererek kolaylık gösterir. [109] Kadınların Eğitimi İle İlgili Birkaç Söz Belki de İslâm düşmanlarının İslâm dinini yermek için tuttukları en kötü yol, İslâmın erkeğe kadını dövme izni vermesi sebebiyle onu küçük düşürdüğü iddialarıdır. İslâm düşmanları: Kur'an onların yataklarım terkedin ve onları dövün" demekle, kadını dövmeye nasıl izin verir? Bu, kadını küçük düşürmek ve onun şerefine bir tecavüz değil midir?! diyorlar. Cevap: Evet, hikmet sahibi ve herşeyi bilen Yüce Allah, kadını dövmeye izin verdi. Fakat, kim dövülür ve ne zaman dövülür? Şüphesiz dövmek, ki bu şiddetli olmayan bir dövmektir, Hadîs-i şerîfte geldiği gibi, kadının geçimsizliği ve kocasının emrine isyanını ortadan kaldırmak için takip edilen yollardan biridir. Kadın kocasıyle iyi geçinmez, kendi başına buyruk olur, Şeytanın yönetiminde hareket eder ve evlilik hayatını çekilmez hale getirir ve cehenneme çevirirse, bu gibi durumlarda erkek ne yapacaktır? Kur'ân-ı Kerîm bunun ilacını bize göstermiş; Önce sabır ve teennî ile hareket etmeyi, sonra öğüt ve nasihati, daha sonra yatakta yalnız bırakmayı emretmiştir. Bütün bu tedbirler başarılı olmadığı takdirde, başka bir tedbire baş vurmak gerekir ki, o da kibir ve gururu kırmak için şiddetli olmayan bir dövmedir. Dövmek, kadını boşamaktan daha az zararlıdır. Küçük zarar büyük zararla mukayese edildiğinden, küçük zarar güzel ve iyi görünür. "Körlük hatırlandığında, tek gözlülük güzel görülür." Sözü, ne kadar güzeldir. Dövmek, tedavi yollarından bir yoldur. Bu yol, iyilik ve güzellikle İslahı mümkün olmayan bazı durumlarda fayda verir. Bu kavme ne oluyor ki., bir türlü laf anlamıyorlar! [113] Nuzûl Sebebi A. Mücâhid'in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ümmü Seleme (r.anhâ): "Yâ Resûlallâh! Erkekler savaşa çıkıyor, biz savaşa çıkmıyoruz; (ganimet alamadığımız gibi) mîrâsta da erkeklerin yarısı kadar alıyoruz" dedi. Bunun üzerine: Allâh'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri hasretle arzu etmeyin" âyeti nazil oldu. [84] B. Rivâyet olunduğuna göre, Ensârın ileri gelenlerinden biri olan Sa'd b. Rabi'ye karşı hanımı Habibe bint-i Zeyd huzursuzluk çıkararak itaatsizlikte bulunur. Bunun üzerine Sa'd ona bir tokat atar. O da, babası ile beraber Resûlullah (s.a.v.)'e gelir. Babası: "Yâ Resûlallâh! Kızımı ona verdim, o ise kızımı dövdü" der. Resûlullah (s.a.v.): "Kisas yoluyla ondan hakkını alırsın" buyurdu. Bunun üzerine: "Erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur" âyeti indi. Resûlullah (s.a.v.): "Biz bir iş murat ettik, Allah da bir iş murat etti. Allâh'ın murat ettiği şey daha hayırlıdır" buyurdular. [85] Faydalı Bilgiler 1. Yüce Allah, "eğer hakemler barıştırmak isterlerse" âyetinde sadece barıştırmayı zikretti. Bunun karşılığı olan ayırmayı zikretmedi. Bunda, barıştırmak için hakemlerin ellerinden gelen herşeyi yapmaları gerektiğine güzel bir işaret vardır. Çünkü eşleri ayırmak yuvaları harap eder, ve çocukları dağıtır. Bu ise sakınılması gereken şeylerdendir. 2. Yüce Allah, eşler arasındaki geçimsizlikle ilgili âyeti, "Allah yücedir, büyüktür" cümlesindeki iki yüce ismiyle sona erdirdi. Bu, kocalar haklarını kullanırken zulmetmeleri durumunda onlar için bir tehdittir. Âyet,sanki şöyle der: Sakm kadınlardan daha kuvvetli ve onlardan daha üstün olmanıza aldanmayın. Çünkü Allah yücedir, kahredicidir, kadınlara zulüm ve haksızlık edenlerden intikam alır. Allah sizden daha kuvvetli ve O'nun size üstünlüğü, sizin kadınlara üstünlüğünüzden daha fazladır. Öyleyse O'nun azabından sakının. 3. Buhârî, Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet eder. Rasulul-lah (s.a.v.) bana, "Bana Kur'an oku" diye emretti. Ben: "Ya Rasulullah! Kur'an sana indirildiği halde ben sana Kur'an mı okuyayım?" dedim. Rasulullah (s.a.v.): "Evet, çünkü ben Kur'an'ı başkasından dinlemeyi severim" buyurdu. Ben Nisa sûresini okudum. "Herbir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de bunlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak?" âyetine gelince, Rasulullah (s.a.v.): "Şimdilik yeter" buyurdu. Rasulullah (s.a.v.)'a baktım, bir de ne göreyim gözlerinden yaş akıyor.[111] Bir Uyarı Yüce Allah, erkeklerin kadınlara üstünlüğünü "Allâh'ın onları birbirlerine üstün kılması sebebiyle..." sözleri ile ifâde etmiştir. Eğer "onların kadınlara Üstün kılınması sebebiyle..." şeklinde olsaydı daha kısa ve daha veciz olurdu. Fakat büyük bir hikmete binaen, yukardaki şekilde ifade edilmiştir. Bu hikmet, erkeğe göre kadının durumunun insan vücuduna göre bir azanın durumuna benzediğini ifade etmektir. Kadına göre erkeğin durumu da aynıdır. Erkek vücudun başı, kadın ise vücut mevkiindedir. Bir âzânııı diğerine karşı kibirlenmesi uygun olmaz Zira kulak göze, el ayağa muhtaçtır. Kişinin kalbinin midesinden daha üstün ve başının elinden daha değerli olması onun için bir ayıp değildir. Zira azaların herbiri, sistemli bir şekilde görevlerini yapmaktadır. Bunların hepsi birbirine muhtaçtır. İşte ifadesinin sırrı budur. Görülüyor ki âyet-i kerime son derece veciz ve mu'cizdir. [112]
SIDDÎK-I EKBER HZ. EBÛ BEKR'İN (R.A.) FAZÎLETİ İmâm-ı Rabbânî hazretleri sahâbe-i kirâmın hz. Ebû Bekir'in (r.a.) en faziletli olduğu hususunda ittifak ettiklerini bildirmiş ve İmam Şâfiî'nin (rah.a.): "Resûlullâh'ın (s.a.v.) âhirete irtihâlinden sonra ashâb- ı kirâm çaresiz kalmışlardı. Yeryüzünde hz. Ebû Bekir'den daha faziletli birini bulamamışlar ve ona bîat etmişlerdir." buyurduğunu nakletmişlerdir. (Mektûbât-ı Şerîfe, 1/M. 59) İmâm-ı Rabbânî hazretleri, İmam-ı Şâfiî hazretlerinin bu sözünün, sahâbenin hz. Ebû Bekir'in fazileti hususunda ittifak ettiklerini açıkça beyan ettiğini, bu hususta icmâ (görüş birliği) olduğunu ve onun Sıddık-ı Ekber olduğunu bildirmiş ve İmâm-ı Rabbânî Hazretleri; Hz. Ebû Bekir (r.a.) hakkında sık sık "Sıddîk-ı Ekber" ifadesini kullanmıştır. Onun derecesini yükselten Allah yolunda gösterdiği fedâkarlık ve gayretlerine şöyle işaret buyurdular: "Peygamberlerden sonra bu ümmet içinde en büyük fazilete sahib olan Sıddîk-ı Ekber'dir. Çünkü o, bütün malını Allah yolunda harcamakta, Allah yolunda harb etmekte, pek fazla gayret göstermekte, fitne ve fesâdı ortadan kaldırmakta herkesi geçmiştir. Bunların tamamını, İslâm dinini kuvvetlendirmek ve alemlerin efendisine (s.a.v.) yardım etmek için yapmıştır. Böylece onun diğer ashâb üzerine fazileti herkesçe kabul edilmiştir." (Mektûbât-ı Şerîfe, 2/M. 99) Fırka-i Nâciye olan Ehl-i sünnet ve cemâat îtikadında peygamberlerden sonra insanların en faziletlileri ashâb-ı kirâmdır. Onlar içinde de en faziletli olanları sırasıyla hz. Ebû Bekir, hz. Ömer, hz. Osmân ve hz. Ali'dir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurdular ki: "Ey kurtuluşa ermek isteyen kimse! 'Tafdîlü'ş-Şeyhayn' yani Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in, peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi olduğuna inanmak ve 'Muhabbetü'l-Hateneyn' yani peygamberimizin damatları Hz. Osmân ve Hz. Ali'yi sevmek Ehl-i sünnet ve cemaatin alâmetlerindendir." (Mektûbât-ı Şerîfe, 1/M. 202)
HAZRET-İ ALİ’NİN (R.A.) NASİHATLERİNDEN Emîru’l-Müminîn Hazret-i Ali kerremallâhü vecheh, tayin ettiği bir valisine yazdığı mektupta şöyle buyurmuştur: İlk emrim şudur: Takvâya sarıl ve dâima Allâhü Teâlâ’nın emirlerine ve Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem’in sünnetine sarıl. Bunlara tâbi olmayan hiç kimse saadete ermemiştir. Onları inkâr eden ve tâbi olmaktan yüz çeviren kimse de şekavete düşmekten kurtulamamıştır. Elinle ve dilinle dâima hakkı müdafaa et. Zira Allâhü Teâlâ, dinine yardım edenleri aziz kılar, yükseltir. Bir emrim de şudur: Nefsine sahip ol, onu isyana, itaatsizliğe yönelmekten menet. Âyet-i celîlede -meâlen-: “Muhakkak ki nefis, kötülüğü şiddetle emreder. Ancak Rabb’imin rahmet ettiği (muhafaza ettiği nefisler) müstesna.” buyurulmuştur (Yûsuf Sûresi, âyet 53). Ben, seni bir vilâyete gönderdim ki; ona nice kimseler vali olup kimi adalet ve insâf göstermiş, kimi de eziyet ve zulmetmişlerdir. Sen, senden önceki valilerin yaptıkları fena işlere nazar edip onları kınayabileceğin gibi halk da senin yaptıklarını kınayabilir. Ona göre dikkatli hareket et. Zira, sâlihlerin güzel hâlleri, Allâhü Teâlâ’nın kullarının lisanlarındaki kelimelerle anlaşılır. İyilik et ki; halk arasında güzellikle anılmaya lâyık olasın. Yanında sâlih amelden daha sevgili zahîre (azık) olmasın. Nefsinin arzularına kapılma. Bilakis nefsine mâlik olup onu dine tâbi kıl. Helâl olmayan şeylerde nefsine karşı cimri ol ve nefsinin muradını verme. Kalbinde halka karşı dâima merhamet olsun. Halk, isteyerek veya istemeden bazı hatalar işleyebilir. Gerektir ki; Hak Teâlâ’nın, senin günahlarını affetmesini sevdiğin gibi, sen de halka karşı affınla ihsânda bulun. Bir kimsenin cürmünü affettiysen ona pişman olma ve bir kimseyi cezalandırdıysan, ona da sevinme. Hata olma ihtimali olan yerde acele etme. İhtiyatlı hareket et ve “Nasıl olsa bana itaat etmeleri gerek.” deyip de hiç kimseye zulmetme. Eğer kendi azamet ve saltanatını müşâhede etmekle nefsine gurur ve kibir gelirse Hak Teâlâ’nın mülkünün büyüklüğüne ve saltanatının kemâline nazar eyle ve gör ki senin âciz olduğun şeylerde o, tam kudret sahibidir. Cenâb-ı Hak, kibirlenenleri alçaltır, perişan eder. Kul haklarından son derece sakın ve adaletle hareket et. Kimseyi kayırma. Eğer öyle etmeyip kendine yakın olanı kayırırsan Allâhü Teâlâ’nın kullarına zulmetmiş olursun. Kullarına zulmedene, Hak Teâlâ, kendi husûmet eyler. Bil ki; Hak Teâlâ’nın nimetlerini kesmesine ve belaları hızlıca vermesine sebep olmak husûsunda, zulümde ısrar etmekten beteri yoktur. Müslümanların menfaatine ve Cenâb-ı Hakk’ın rızasına en uygun olan, sana, her şeyden daha sevgili olsun. Zira etrafındaki ileri gelenler razı olsa, ama halk razı olmasa bundan bir fayda gelmez. Halkın gizli ayıplarını açmak isteyen kimseleri yanına getirip sözünü dinleme. Zira halkta bazı ayıplar vardır ki onu idareciden başka kimse örtemez. Bir ayıbı sana söyleseler, onu gizle. Başkasına duyurmaya çalışma. Senin üzerine lâzım olan; fesadı örtmektir. Gücünün yettiğince halkın ayıbını ört ki Hak Teâlâ da senin ayıbını örtsün. Kine sebep olacak şeyleri gönlünden çıkar. Alâkan olmayan şeyleri öğrenmeye çalışma. Bir kimse sana gelip gammazlık (kovuculuk) yapsa onu tasdikde acele etme, ihtiyatlı hareket et. Zira gammaz, ehl-i garazdır (menfaati peşindedir). Cömertlik yapacağın bir husûsta istişare edeceğin kimseler arasına cimri kimseyi getirme, zira seni fakirlik ile korkutup cömertlikten meneder. Korkak kişiyle de istişare etme. Zira kalbine zayıflık verir. Tamahkâr; açgözlü kişiyle de istişarede bulunma. Zira tamahkâr olmana ve insanlara zulmetmene sebep olur. Bil ki; cimrilik, korkaklık ve tamahkârlık, Allâhü Teâlâ’ya sûizan beslemekten hâsıl olan fenâ hâllerdir. Onlardan kaçınmak gerektir. (Hayat Rehberi) قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَعْلَمُ أُمَّتِي مِنْ بَعْدِي عَلِيُّ بْنُ أَبِي طَالِبٍ. (كنز) Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Benden sonra ümmetimin en âlimi, Ali bin Ebû Tâlib’dir.” (Kenzü’l-Ummâl)
"HAZRET-İ MEHDÎ, GERÇEK İSLÂM AHLÂKINI ORTAYA ÇIKARACAKTIR." Hadislerde bildirildiğine göre Hz. Mehdi ortaya çıktığında, İslâm dînine sonradan dahil edilmiş tüm batıl inanış ve uygulamaları ortadan kaldıracaktır." İnsanlar arasında Peygamberin (s.a.v.) sünneti seniyyesiyle muamele edecek" rivayetinde bildirildiği gibi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in yoluna uyacak ve tıpkı onun dönemindeki gibi din ahlâkının hak haliyle yaşanmasına vesile olacaktır." Dîni Peygamber (s.a.v.)'in zamanında olduğu gibi aynen uygulayacak. Yeryüzünde mezhepleri kaldıracak. Halis hakiki dinden başka hiçbir mezhep kalmayacak." (Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyâmet Alâmetleri, saya 186-187) Hz. Mehdî hiçbir bid'atı bırakmaycak." (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, sayfa 43) Mehdî kaldırmadık bid'at bırakmayacaktır. Âhir zamanda aynı Peygamber (s.a.v.) gibi dinin icablarını yerine getirecektir.” (Kıyâmet Alâmetleri, sayfa 163) Hazret-i Peygamber (s.a.v.) en başta İslâm'ı nasıl ayakta tuttuysa, Hazret-i Mehdî de en sonunda aynı şekilde İslâm'ı ayakta tutacaktır." (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, sayfa 27) Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu: "Benden sonra Nebî Peygamber gelmeyecek, âlimler gelecek, halifeler gelecek, onlara tabi olan bana tabi olur. Onlara asi olan bana asi olur." (Buhârî 9. cild 1409.) Hadîs-i Şerîf: Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: "Benim sünnetime ve benden sonra râşîd Mehdî halifelerimin sünnetine uyunuz, uymanız vaciptir." (Sünen-i Ebû Davûd)
HAZRET-İ ALİ’NİN KÜMEYL’E (RAH.) NASİHATLERİ: Hazret-i Ali kerramallâhü vecheh, Tâbiîn’den Kümeyl bin Ziyâd’a (rah.) şöyle nasihatte bulundu: “Ey Kümeyl, bu kalpler birer kaptır, bunların en hayırlısı da hayır ve istikâmetle dolu olandır. Öyleyse söyleyeceklerimi iyi dinle ve unutma; İnsanlar üç kısımdır: 1. Rabbânî (ilminde ve dininde rüsûha ermiş olan) âlimlerdir. 2. İlmi, kurtuluşa ermek için öğrenenlerdir. 3. Her sesin peşine giden ve her rüzgâra kapılan sinekler gibi kimselerdir ki bunlar; ne ilmin nuruyla aydınlanmış, ne de sağlam bir direğe sığınmışlardır. İlim, maldan hayırlıdır; zira ilim, ameli sâlih kılar ve sevabını ziyâdeleştirir. Mal ise harcandıkça tükenir. Âlimi sevmek, kendisine uyulacak bir esastır. İlim, sahibine hayatında dâima tâati kazandırır, öldükten sonra insanın başına gelecek hâllerin güzel olmasını temin eder. Mal sahipleri ise malın tükenmesiyle tükenirler, malın bekçisi olanlar ölür, fakat malları geride kalır. Âlimler ise hayat devam ettikçe bâkîdirler; vücutları görülmez ama eserleri kalplerde dâima mevcuttur. –Eliyle sadırlarını işaret ederek- Şurada bir ilim vardır ki keşke onu öğretebileceğim kimseler olsa! Lâkin Allâh’a hamd olsun ki, dinin esaslarının yok olmaması için yeryüzünde Cenâb-ı Hakk’ın ilmini öğretip onunla amel eden kimseler hiçbir zaman eksik olmaz. Onlar adetçe az, fakat Allah indinde kadir ve kıymetleri pek yüce olanlardır. Onlar sebebiyle Allâhü Teâlâ, bâtılı def eder. Onlar dinin esaslarını, kendileri gibi olan kimselere öğretirler, kendileri gibi olan Müslümanların kalplerine bu ilimleri ekerler… Onların bedenleri dünyada, fakat ruhları Mele-i A‘lâ’ya asılıdır. İşte onlar Allâhü Teâlâ’nın yeryüzündeki halîfeleri ve dinine çağıran davetçileridir. Ah, ah! Onları görebilmeyi ne kadar arzu ediyorum.” عَنْ أَنَسٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ قَالَ: سُئِلَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ آلُ مُحَمَّدٍ؟ فَقَالَ: كُلُّ تَقِيٍّ. (طس) Enes radıyallâhü anh’den rivâyet olundu, o dedi ki: Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem’e, “Âl-i Muhammed” kimdir, diye suâl olundu da, “Her takvâ ehlidir.” buyurdular.” (Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Evsat)
ŞEFÂAT VE AMELLERİN KARŞILIĞI Hakîm-i Tirmizî'nin Nevâdiru'l-Usûl kitabında Ebû Hüreyre'nin (r.a.) bildirdiği bir hadîs-i şerîf şöyledir: "Şefâatim ancak kıyâmette ümmetimden büyük günahlar işleyip tevbesiz âhirete gidenler içindir. Büyük günah işleyenler, cehennemde üst tabakada olurlar. Yüzleri kara gözleri gök olmaz. Bukağılar pranga ile bağlanmazlar. Şeytanlarla bağlanmazlar. Kamçı ile dövülmezler. Cehennemin aşağı katlarına atılmazlar. Bunlardan kimisi bir saat kalıp çıkar. Kimisi bir ay kalır çıkar. Kimisi bir yıl kalır çıkar. Hepsinden çok kalan dünya yaratıldığından kıyamet kopuncaya kadar geçen müddet kadar kalır ve çıkar." İmâm Müslim Ebû saîd Hudrî'den (r.a.) bildirdiğine göre hadîs- i şerîfte: "Cehennemde olanlar ölmezler. Bir faydalı hayat ile de hayat bulmazlar. Amma mü'minlerin âsîlerinden bir sınıfa günahları sebebiyle ateş isâbet eder. Allâhü Teâlâ onlara ölüm verir. Onlar ateşte kömür gibi olunca Allâhü Teâlâ şefâata izin verir, bölük bölük getirilip cennet ırmaklarına sokulur. Sonra cennette bulunanlara, bunların üzerine su dökünüz" sesi gelir. Bir anda sel üzerinde köpük hâsıl olur gibi vücudlarında taze et ve deri hâsıl olur" buyuruldu. Ehl-i sünnetin icmâ'i şöyledir: "Mü'minlerin âsîlerinden bir tâifeye şefâat olmayıp, cehennemin üst tabakasında günahlardan temizlenmek için kalacaktır." En son çıkan Yedi bin sene sonra çıkar da denildi. Zerre kadar imânla giden elbette çıkacak ve cennete girecektir." Yedi bin yıldan cehennemde kalan âsî yoktur. Zerre kadar îmân demek, imânın icmâlî olması veya hiç sâlih amel işlemeyen kimsenin imânı demektir. Meselâ bir kimse islâmı kabul eylese ve hiçbir iyi amel yapmadan ölse, onun îmânı, amel-i sâlih işleyen diğer kimselerin imânı yanında gûyâ zerre kadar kalır. (Hayat Rehberi) Hadîs-i Şerîf: "Îmanlarınızı yenileyiniz (tâzeleyiniz), "Lâ ilâhe illallâh" sözünü çoğaltınız." (Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
NÜKTE: BU DA ALLAH TARAFINDAN Bir müezzin, vazifeli olduğu caminin kandillerine her zaman yağ doldururmuş. Fakat doldurduğu yağlar bir gün sonra hemen bitiveriyormuş. “Eskiden, ben bir kandil doldururdum, bir ay giderdi, şimdi iki üç günde kandillerin zeytinyağı yok oluyor, çalınıyor, kim çalıyor, kim alıyor?” diye söylenmeye başlamış. Camiyi de giderken kilitliyor, kilitlediğini de gayet iyi bildiği hâlde zeytinyağlarının kandillerden alınmasına mâni olamıyormuş. “Bu böyle olmayacak. Birisi alıyor, caminin kapısını biri açıyor ama nasıl?..” demiş. Bir gün imamla anlaşmışlar. İmam, müezzine “Beraber çıkar gibi yapalım, hattâ sen daha evvel çıkmış gibi yap. Fakat iyi bir yere saklan ki saklandığını kimse fark etmesin. Ben yürüyüp çıkmış gibi yaparım, sen de saklandığın yerden gözetlersin.” demiş ve öyle yapmışlar. Az bir müddet sonra bir de bakmışlar ki, dilenci kılıklı bir adam saklandığı yerden çıkıp kandillere yaklaşmaya başlamış. O zamanlarda dilencilerin torbası olurmuş. Adam, kandillerin yanına yaklaşmış, torbasından ekmeğini çıkarmış, zeytinyağına daldırıp daldırıp yiyormuş. Yerken de “el-Beytü, beytullah (Ev, Allâh’ın evi)”, “ez-Zeytü, zeytullah (Zeytinyağı, Allâh’ın zeytinyağı)” diyormuş. Sonra da “el-Abdü, abdullah” yani, “Ben de Allâh’ın kuluyum, bunu yemeye hakkım var.” deyip zeytinyağlarını yiyormuş. Bu esnada müezzin saklandığı yerden yavaşça çıkıp “Şimdi anlaşıldı. ‘el-Beytü, beytullah’ ‘ez-Zeytü, zeytullah’ ‘el-Abdü, abdullah’ ha! Ben şimdi sana gösteririm.” deyip usul usul arkadan yaklaşmış. İki tane şamar patlatmış ve “el-matrakatü min tarafillâh (Evet, her şey Allah tarafından, işte bu tokat da Allah tarafından)” deyivermiş. SAFERU’L-HAYR Bu hayırlı ayın son çarşamba gecesi veya günü, semâvî ve arzî âfetlerden muhafaza olunmak için iki rekât namaz kılınır. Her rekâtte 1 Fâtiha-i şerîfe, 11 İhlâs-ı şerîf okunur. Namazdan sonra da en az 11 İstiğfâr-ı şerîf ve 11 Salât-ı Münciye okunup dua edilir. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat) قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: كُلُوا الزَّيْتَ وَادَّهِنُوا بِهِ فَإِنَّهُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ. (ت) Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Zeytinyağı yiyiniz ve (bedeninizi ve saçlarınızı ara sıra) onunla yağlayınız. Çünkü o, şüphesiz mübârek bir ağaçtandır.” (Sünen-i Tirmizî)
DİLİNE SAHİP OLMAK İmâm-ı A‘zam'ın (radıyallâhü anh) talebelerinden ve büyük evliyâdan Abdullah bin Mübârek (rahimehullah) demiştir ki: “Diline sahip ol, zira kişinin mahvolmasına en çabuk sebep olan lisanıdır. Kişinin söyledikleri aklının ve kalbindekilerin delilidir. Kişinin lisânı arslanıdır. Eğer onu salarsan seni parçalar." Mâlik bin Dînâr (rh.) dedi ki: Eğer kalbinde katılık, bedeninde zafiyet, rızkında darlık görüyorsan iyi bil ki fuzûlî bir kelâm ettiğinden, seni alâkadar etmeyen şeyleri konuştuğundandır. En faziletli sadaka diline sâhip olmaktır. Kim dilini boş ve kötü sözlerden korursa Allâhü Teâlâ da onun ayıplarını örter. Allâh'ı zikir etmek haricinde insanoğlunun konuştukları başının belâsıdır. Belâ, konuşmaya bağlanmıştır. Muhakkak Allâhü Teâlâ kulunun dilinden râzı olmadıkça amelini kabul etmez. Sükût-i lisân, selâmet-i insandır, yani dilin susması insanın selâmetine sebep olur. Diline sâhip olanın hâli de güzel olur. Bir kimseye belâ dilinden ve konuştuklarından dolayı gelir. (Hâdimî, Eyyühe'l-Veled Şerhi)
SIKINTILARIN SEBEBI Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri buyurdular: Hadîs-i şerîfte: "Kul işlediği günah sebebiyle bol rızıktan mahrum olur." buyurulmuştur. Geçiminde darlık, rızkında zorluk ve hâlinde dağınıklık gördüğün zaman, bu hâlin Allâh'ın emrini terk edip nefsinin hevâsına uyduğundan dolayı olduğunu bil. Sana başkalarının eli ve dili ile saldırdığını, zâlimlerin âilene ve malına kasd eylediğini gördüğünde, Allâh'ın haram ve yasaklarını işlediğini, üzerine düşen hukuku yerine getirmediğini, dinin hududunu aştığını bilmelisin. Kalbinde hüzün, gam, şiddetli sıkıntı ve endişeler toplandığı zaman, Allâh'ın sana takdir eylediği şeye itiraz üzere bulunduğunu, senin ve diğer yaratılanlar hakkında Cenâb-ı Hakk'ın tedbîrine razı olmadığını, Hakka itimadında noksanlık olduğunu muhakkak bilmelisin. Sen bu hallerden birini kendinde gördüğünde hemen o hâlini düzeltmeğe çalış ve tevbe et. (Hayat Rehberi) HÂTEM-İ ESAM HAZRETLERİNDEN Hâtem-i Esam Hazretleri buyurdular ki: Dört şeyi yapmadan dört şeyi iddia eden yalancıdır: Mevlasını sevdiğini iddia ettiği halde onun haram kıldığı şeylerden sakınmayan, Cennete girmeyi istediği halde, Allah yolunda malından harcamayan, Resûlullah (s.a.v.)'i sevdiğini iddia ettiği halde onun sünnetlerine tâbi olmayan, Yüksek derecelere nâil olmak istediği halde fakir ve miskinlerle arkadaş olmayan. (Hayat Rehberi) ATALAR SÖZÜ: İnsana sıhhat gibi sermaye olmaz. Sırrına dost olan dostuna söylemez. Susuz ağaç meyve vermez. (Hayat Rehberi) Âyet-i Kerîme: “Muhakkak ki şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.” (Yûsuf Sûresi, âyet 5)
SADAKANIN MÜKÂFATININ KAT KAT OLMASI NİYETE GÖREDİR Cüneyd-i Bağdâdî (k.s.) Hazretleri anlattı: “Bir gazâya iştirâk etmiştim. Zengin bir kimseden, bana biraz mal gelmişti. Bunu kendim için harcamayı hoş görmeyip diğer gazilerin ihtiyaçlarına sarf ettim. Bir gün öğle namazını kıldıktan sonra düşünceler içinde oturdum, o malı kabul ettiğimden dolayı pişmanlık içerisindeydim. Bu sırada uyku hâli geldi. Rüyamda süslü köşkler gördüm: “Bunlar kimler içindir?” diye sorunca, o malı dağıttığım gazilerin olduğu söylendi. “Bana hiçbir şey yok mu?” deyince onların hepsinden daha büyük ve azametli bir köşk gösterilip “Bu da senindir.” denildi. “Nasıl onlara üstün kılındım?” diye sordum, “Onlar, cihâd yolunda mallarını sarf ederken karşılığında sevap umuyorlardı. Sen ise malını korku, pişmanlık ve nefis muhasebesi içinde olduğun hâlde sarf ettin. Niyetindeki ihlâsın sebebiyle Hazret-i Allah, mükâfatını kat kat kıldı.” denildi. EN UZUN MESAFE GÖÇ EDEN KUŞ En uzun mesafe göç eden kuş, kuzey sumrusudur. Bu küçük kuşlar her yıl Grönland ile Antarktika arasındaki uzun bir rotayı takip ederek göç ederler. Çok küçük ve hafif izleme cihazları kullanılarak yapılan araştırmalar, bazı kuzey sumrusu türlerinin yılda 80 bin kilometreden uzun mesafe uçtuklarını göstermiştir. Ortalama 30 yıl yaşayan bu kuşlar, ömürleri boyunca, Dünya ile Ay arasındaki uzaklığın yaklaşık 6 katı, yani 2.4 milyon kilometre göç etmektedirler. Mesela 3.000 km’lik Havai-Alaska mesafesini katedebilmek için birkaç gramlık, minik “sarısalkım kuşu” yolculuğu boyunca 2.5 milyon kez kanat çırpmaktadır. Buna rağmen 36 saat gibi uzun bir süre havada kalabilmektedir. Bu yolculuğu sırasındaki sürati ise saatte ortalama 80 km’dir. Bu ve buna benzer kuşların vücut yapısı, akciğeri, kanatları, sindirim sistemi ve yön bulma yetenekleri, Allâhü Teâlâ’nın kudretine bir delildir. (Hayat Rehberi) قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اَلْمُؤْمِنُ مِرْآةُ الْمُؤْمِنِ وَالْمُؤْمِنُ أَخُو الْمُؤْمِنِ يَكُفُّ عَلَيْهِ ضَيْعَتَهُ وَيَحُوطُهُ مِنْ وَرَائِهِ. (د) Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Mü'min, mü'minin aynasıdır. Mü'min, mü'minin kardeşidir; Onun zarara uğramasına mâni olur ve onun arkasından menfaatine hizmet eder.” (Sünen-i Ebû Dâvûd)
SÜNNETE SARILMAK BİD’ATTEN SAKINMAK Ashâb-ı Kirâm, tâbiîn ve tebe-i tâbiînden sonra, onların gittiği yola muhâlif olarak dinde ihdas edilen şeyler bid’attir. Her bid’at dalâlettir, sapıklıktır. Ashâb-ı Kirâm (r.anhüm), az olsun çok olsun, büyük olsun küçük olsun, (alışveriş, vekâlet v.s.) muâmelede, ibâdette veya zikirde, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında olmayan bir şey ihdas eden; bir âdet uyduran kişilere şiddetle karşı çıkar, onları reddederlerdi. (Şir’âtü’l-İslâm) İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Mektûbât-ı Şerîfe’sinde şöyle buyurdu: “…Saîd; bahtiyar, terk edilmiş bir sünneti ihyâ eden, işlenen bid’atlerden bir bid’ati de ortadan kaldıran kimsedir. Bu zaman, beşerin en hayırlısı olan Resûlullah Efendimiz’in (s.a.v.) peygamber gönderilmesinden bin sene sonraki zamandır. Bu zamanda kıyamet alâmetleri ortaya çıktı. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) zamanından uzaklaşıldıkça sünnetler unutuldu; yalanın yayılmasıyla da bidatlar çıktı ve yayıldı. Sünneti ihyâ edecek, bid’ati yok edecek bir yiğide ihtiyaç hâsıl oldu. Bid’ati yaymak dini tahrib etmektir. Bid’ati işleyene saygı ve hürmet göstermek de İslam’ı yıkmaya sebeb olur. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) şu hadîsini duymuş olmalısın: “Bid’at işleyen kimseye ta’zîmde bulunan ve hürmet eden, İslam’ın yıkılmasına yardımcı olmuştur.” Bütün himmet ve gayret ile sünnetin ihyâ edilip yayılmasına, bid’atin ortadan kaldırılmasına çalışmak lâzımdır. Her zaman; husûsiyle de İslam’ın zayıfladığı şu vakitte İslam merâsimini ikâme etmek, sünnetin yayılmasına ve bidatin ortadan kaldırılmasına bağlıdır.”(Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, 2/23) Bid’atlardan sakınmanın ehemmiyetine dâir bir hadîs-i şerîfte şöyle buyruldu: “Sözün en hayırlısı Allâh’ın kitabıdır. En güzel en doğru yol da Muhammed’in yoludur. İşlerin en kötüsü de bid’atlar; dinde sonradan uydurulanlardır. Her bid’at dalâlettir, her dalâlet (sâhibi) de cehennemdedir.” (Sünen-i Nesâî) Hadîs-i Şerîf: "Kim dînimizde olmayan bir şey (bid'at) uydurup ortaya çıkarırsa bu reddolunmuştur; makbul değildir." (Müttefekun aleyh)
İNTİHAR BİR KURTULUŞ DEĞİLDİR: İslâm dininde, bir kimsenin intihar etmesi cinayettir, haramdır ve büyük günahlardandır. Zira Allâhü Teâlâ’ya şirk koşmaktan sonra en büyük günah, haksız yere bir kimseyi (veya kendini) öldürmektir. Allâhü Teâlâ insanı en güzel şekilde yaratmış ve insanoğlunun bu güzelliği dâima muhafaza etmesi ve kemâle erdirmesi için ona bir kısım ibadetler ve vazifeler emretmiştir. İntihar, bu şerefi zâyi eder. İntihar eden, bu vazifeleri yapmaktan kaçarak Rabb’ine isyan etmiş; diğer insanlara da kötü örnek olmuş olur. İnsanın, hoşuna gitmeyen şeylere karşı sabretmesi bir fazilettir. Mesela, sevdiği kimselerin vefatlarına, malının zayi olmasına, hastalığa, gözün âmâ olmasına vesair belalara karşı sabretmek, sabrın en yüksek makamıdır. Kişinin bu hâle karşı sabretmesi, ilâhî takdire razı olması icab eder. Muhakkak bu, kulluk borcu ve vazifesidir. Sabredenler için pek çok mükâfat vardır. Nitekim Allâhü Teâlâ (meâlen): “Ancak sabredenlerin mükâfâtları hesapsız olarak ödenecektir.” (Zümer Sûresi, âyet 10) buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de “Sabır, imanın yarısıdır.” buyurmuştur. İntihar eden kişi, sıkıntılardan asla kurtulmuş olmayacaktır. Ölümden sonra kabirde ve âhirette o sıkıntıdan binlerce kat ağır olan felaketlere, azaplara maruz kalacak, yaptığına pek çok pişman olacak, fakat bu pişmanlık fayda vermeyecektir. Allâhü Teâlâ (meâlen): “Kendinizi öldürmeyiniz.” (Nisâ Sûresi, âyet 29) buyurarak bu cinayeti yasaklamış olduğu hâlde insan, buna nasıl cüret edebilir! Bunun elîm âkıbetini düşünmesi icab etmez mi? Hâsılı Rabb’ini bilen, kadere razı olan, âhirete iman eden bir Müslüman, kendi canına kıyamaz. İnsanın; bir âzâsını (organını) kesmesi, sefahate (zevk ve eğlenceye) düşmesi, ahlâkını ve sıhhatini mahveden kötü işler yapması, aklı ve sağlığı bozan ve sarhoş eden şeyler içmesi de tedricen (yavaş yavaş) kendini öldürmektir. İNTİHAR EDEN ÂHİRETTE GÖRÜLECEK CEZA İntihar edenin uhrevî cezası, intihar şekline uygun olarak verilir. Hadîs-i şerifler "Kim kendisini bıçak gibi keskin bir şeyle öldürürse, cehennem ateşinde kendisine onunla azap edilir." (Buhâri, Cenâiz, 84) "(Dünyada ip ve benzeri) şeyle kendisini boğan kimse cehennemde kendisini boğar, dünyada kendisini vuran cehennemde kendisini vurur (azabı böyle olur)" (Buhârî, Cenâiz 84) "Kim kendini bir dağın tepesinden atar da öldürürse cehennem ateşinde de ebedi olarak böyle görür. Kim zehir içerek kendisini öldürürse cehennemde zehir kadehi elinde olduğu halde devamlı ceza çeker."(Müslim, İman, 175; Tirmizi, Tıb, 7; Nesâî, Cenâiz, 68, Dârimi, Diyât, 10; Ahmed b. Hanbel, II, 254, 478) قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَا تَمَنَّوُا الْمَوْتَ فَإِنَّ هَوْلَ الْمُطَّلَعِ شَدِيدٌ وَإِنَّ مِنَ السَّعَادَةِ أَنْ يَطُولَ عُمْرُ الْعَبْدِ وَيَرْزُقَهُ اللهُ الْإِنَابَةَ. (حم) Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Ölümü temennî etmeyiniz. Zira (ölüm anında) muttali olunacak (karşılaşılacak) şeyin korkusu pek şiddetlidir. Ve muhakkak kulun ömrünün uzun olup Allâhü Teâlâ’nın da ona inâbeyi (Hz. Allâh’a dönmeyi yani tâat üzere yaşamayı) nasip etmesi, kulun saâdetindendir.” (Müsned-i Ahmed)
HAZRET-İ ÖMER’İN UYKUSU Rum Meliki Kayser, Hazret-i Ömer (r.a.) hakkında malumat edinmek üzere bir elçi gönderdi. Elçi, Medîne-i Münevvere’ye girince halka, “Hükümdarınız ve onun sarayı nerededir?” diye sordu. ‘‘Bizim hükümdarımız olmadığı gibi onun sarayı da yoktur, ancak bir emîrimiz vardır. O ise şu anda Medîne-i Münevvere dışında, falanca yerdedir.” dediler. Elçi, Hazret-i Ömer’i aramaya çıktı; onu, güneşin altında, sıcak kumların üzerinde uzanmış uyumakta iken buldu. Kamçısını da yastık gibi başının altına koymuştu. Elçi onu bu hâlde görünce, vücuduna bir titreme geldi ve kendi kendine şöyle dedi: “Yeryüzünde bütün padişahların kendisinden korktuğu, heybetinin kalplerini sarstığı zâtın şu hâline bakın! Ey Ömer! Sen adâletle davranıyorsun, onun için bütün korkulardan emînsin, böyle rahat rahat uyuyabiliyorsun. Lâkin bizim kralımız ise zulmediyor, bunun için devamlı korku içerisinde. Ben şehadet ederim ki, sizin dininiz haktır.” Daha sonra elçi Müslüman oldu. CEBECİ OCAĞI Cebe, “zırh” manasına gelmektedir. Cebeci ise Osmanlı’da harp aletleri ve levazımı yapan, bunları muhafaza eden ve harpte mevzilere ve tabyalara kadar sevk eden bir kısım ordu mensuplarına verilen unvandı. Cebeci teşkilatı, Osmanlı devrinde, diğer askerî teşekküller gibi bir ocağa bağlıydı. Cebeci ocağı denilen bu ocak; ok, yay, kılıç, kalkan, cirit, cebe, tüfek, tabanca, barut, kurşun gibi, askerlerin kullandığı levazımı yapmakla vazifeliydi. Harp zamanında lüzumu kadar cephaneyi harp saflarına kadar götürüp teslim etmek de ocağın vazifelerindendi. Harp sonunda ocak, bu silahları geri alır, tamire muhtaç olanları tamir ederdi. Tamirden sonra “cebehane” (cephane) adı verilen silah deposunda muhafazaya alınırdı. Cebeciler; diğer kapıkulu ocakları gibi, ortalara (taburlara) ayrılmıştı. Bunların en büyük âmiri “cebecibaşı” idi. Onun da “cebeciler kethüdası” adında bir muavini (yardımcısı) olurdu. Cebeci teşkilatı, yalnız payitahtta değil, taşrada da bulunmaktaydı. (Hayat Rehberi) قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَوْ كَانَ بَعْدِي نَبِيٌّ لَكَانَ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ. (ت) Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Eğer benden sonra bir peygamber gelecek olsaydı, elbette o, Ömer bin Hattâb olurdu.” (Sünen-i Tirmizî)
MÂLÂYÂNÎ (FAYDASIZ ŞEYLER)İ TERK ETMEK Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) "Malayaniyi terk etmesi kişinin İslâm'ının güzelliğindendir." buyurdular. Yani, Kur'ân-ı Kerîm'i ses ile güzelleştirmek gerektiği gibi İslâm'ı da malayaniyi; faydasız söz ve işleri terk ederek güzelleştirmek lazımdır. Hasan-ı Basrî (rh.) "Allâhü Teâlâ'nın bir kuldan rahmetini uzaklaştırdığının alameti onu mâlâyânî ile meşgul kılmasıdır" demiştir. Mâlâyânî, konuşmada daha çok olur. Resûlullâh Efendimiz aleyhisselâm şöyle buyurdu: "Ey Ebû Hüreyre! Kalemin senin hatalarını yazmamasını istersen Allâhü Teâlâ'nın farz kıldıklarını eda et (vaktinde yerine getir), faydasız hiçbir sözü ağzına alma." Hz. Ebubekr-i Sıddîk (r.a.) "Ne olaydı dilsiz olsaydım ve Allâh'ı zikretmekten başka bir söz söyleyemiyeydim" buyurmuş idi. Kişiye faydası olan söz ve iş; dîn ve dünya işleri için gerekli olan yemek, içmek, giyecek ve mesken gibi ihtiyaçlarını görmek için yapacağı işler ve konuşmalar fuzûlî değildir. Bundan başkası mâlâyanidir; faydasızdır. Zira insanın bu dünyaya gönderilip ona ruh verilmesi, kemâlât (manevi faziletleri) elde etmek, kazanmak içindir. Bunun şuurunda olan kimse sözünü uzatmaz, kendi işiyle meşgul olur ve işi bittiğinde hemen Allâh'ı zikreder. Çünkü zikir, saâdet hazinelerinden bir hazinedir. Atâ bin Rebâh (rh.) buyurdu: "Sizden öncekiler -Ashâb-ı Kirâm aleyhimü'r-rıdvân- çok konuşmayı hoş görmezlerdi." Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.): "Dilini faydasız söz söylemekten tutana ve malından fazlasını -Allâh için- harcayana müjdeler olsun" buyurdular. Faydasız söz söyleyen vaktini boşa geçirmiş olur. Halbuki o vakitten hesaba çekilecektir. Bunun için "Hesâba çekilmeden önce kendinizi hesâba çekiniz." emrine uyarak ömür sermayesini ziyan etmemek lazımdır. (Hayat Rehberi) Hadîs-i Şerîf: "Kişinin mâlâyaniyi (din ve dünyasına faydasız şeyleri) terk etmesi müslümanlığının güzelliğindendir." (Sünen-i Tirmizî)
① Efendimiz Sallallâhû Aleyhi ve Sellem Buyurdular ki; Ben, Hakk’a Davet Edici ve Allahû Teâlâ’nın Emirlerini İnsanlara Ulaştırıcı Bir Peygamber Olarak Gönderildim. Hidâyet Benim Elimde Değildir. Şeytan da, Allahû Teâlâ’nın Yasak Kıldığı Şeyleri Süslü, Câzip Gösterir. Saptırmak da Onun Elinde Değildir. [İbni Adiyy] ❶ Lâin İblis Dedi ki; Yâ Muhammed! Bir Kimseyi Dalâlete Sürüklemek İçin Elimde Bir İmkân Yoktur. Ben Ancak Vesvese Veririm ve Bir Şeyi Güzel Gösteririm O Kadar. Eğer Dalâlete Sürüklemek, Elimde Olsaydı, Yeryüzünde, “Allah’tan Başka İlâh Yoktur ve Muhammed Allah’ın Rasüludur!” Diyen Herkesi, Oruç Tutanı ve Namaz Kılanı Hiç Bırakmazdım, Hepsini Dalâlete Düşürürdüm. Nasıl ki, Senin Elinde de Hidâyet Nevi’nden Bir Şey Yoktur. Sen Ancak Allah’ın Rasülusun ve Tebliğe Memursun. Şâyet Hidâyet Elinde Olsaydı; Yeryüzünde Tek Kâfir Bırakmazdın; Sen Allah’ın Halkı Üzerine Bir Hüccetsin... Ben de, Kendisi İçin Ezelde Şekâvet Yazılan Kimselere Bir Sebebim. Saîd Olan Kimse Tâ Ana Karnında iken Saîddir. Şâki Olan da, Yine Ana Karnında iken Şâkidir. Saâdet Ehli Kılan Allah, Şekâvet Ehli Kılan Allah! [Seceretü’l Kevn] ② Efendimiz Sallallâhû Aleyhi ve Sellem Buyurdular ki; Her Şey Ezelde Yazıldı. Kâlem Kurudu. [Tirmizî] ❷ Lâin İblis Dedi ki; Yâ Rasülullah! İş Verilen Hükme Göre Oldu. Kararı Yazan Kalem de Kurudu, Kıyamet’e Kadar Olacak İşler Olacaktır. Seni Peygamberlerin Efendisi Kılan, Cennet Ehlinin Hâtibi Eyleyen ve Seni Halkı İçinden Seçen ve Halkı Arasında Bir Gözde Yapan, Beni de Şâkilerin Efendisi Kılan ve Cehennem Ehlinin Hâtibi Eyleyen Allah, Bütün Noksan Sıfatlardan Münezzehtir! ve İblis Cümlelerini Şöyle Tamamladı; İşte Bu Söylediklerim, Sana Son Sözümdür ve Bütün Söylediklerimi de Doğru Söyledim! [Seceretü’l Kevn]
DİNİMİZDE SOHBETİN EHEMMİYETİ Dinimizde sohbetin ehemmiyeti pek büyüktür. Sohbet, rûhun gıdâsıdır. Din, sohbet ve nasihatle kaimdir. Nitekim, “Bir Müslümanın evinde, günde bir defa dinden imandan bahsedilmezse o eve zulmet yağar.” buyurulmuştur. Bu husûsta, evde çocuklarımızla beş dakika bile meşgul olmadan; onlara peygamberlerini, dînî vazifelerini öğretmeden; cemiyette İslâm’ın yaşanmadığını, İslâm’ın ahlâkî, itikâdî ve ictimâî prensiplerinin tatbik edilmediğini söylemeye kalkışmak hakkımız değildir. Çünkü şikâyetçi olduğumuz cemiyet, bizlerden ve bizim çocuklarımızdan teşekkül etmektedir. Öyle ise bugünün Müslümanına düşen ilk vazife, kendi âilesinden başlayarak cemiyetin kurtuluşu için çalışmasıdır. Bir Müslümanın evinde ilk yapacağı sohbet ise, Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) üzerine olmalıdır. Çünkü Kur’ân ahlâkı ondadır. Dinin en ince teferruâtı ile tatbikatı, o yüce Peygamberin hayatında birer pırlanta misali parlamaktadır. Ey analar, babalar ve evlatlar! Bütün güzellik ve olgunlukları üzerinde toplayan o insân-ı kâmile yaklaşın. Allâhü Teâlâ onu, güzel ahlâkı tamamlamak için göndermiştir. Evlerinizi, onun sohbetleri ile süsleyiniz. Bu takdirde, üzerinize rahmet iner, melekler, üzerinize nur saçarlar. Ashâb-ı Kirâm’ın, Peygamber Efendimize sevgileri, ona itaat ve bağlılıkları, bizler için büyük bir örnek olmalıdır. Bütün Ashâb-ı Kirâm’ın Resûlullah (s.a.v.) Efendimize, münferiden veya topluca yaptıkları o bîatler çok dikkat çeker. Zira Ashâb-ı Kirâm, Resûlullâh’a gelerek ellerine sarılıp, bağlılık beyânında bulunup söz vermişler, ahd ü peymân etmişler (antlaşmışlar); bunun sonunda harpler olmuş, darpler olmuş, çok zor ve sıkıntılı anlar olmuş, fakat ona öyle büyük bir sevgi ve imanla bağlanmışlar ki, ahidlerinden aslâ dönmemişlerdir. Allâhü Teâlâ, cümlemizi Fahr-i Kâinât sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin şefaatine mazhar eylesin. Âmîn. (Muhtasar İslâm Târihi, Siyer-i Nebi, Fazilet Neşriyat) Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Allâhü Teâlâ’nın evlerinden bir evde toplanıp Allâhü Teâlâ’nın kitabını okuyan ve aralarında onu mütâlaa ve müzâkere eden her bir topluluk üzerine elbette sekînet iner, Allâhü Teâlâ’nın rahmetine bürünürler, melekler de etraflarını kuşatır ve Allâhü Teâlâ, onları kendi nezdindekilere anar.” (Sahîh-i Müslim)
ANA BABANIN VAZİFELERİ Anne ve baba çocuğunun doğumuna sevinmelidir. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.v.) “Çocuk dünyada sürûr (sevinç), âhirette nûrdur” buyurmuştur. Kız çocuğu olursa, daha çok sevinip, onlara hürmet etmelidir. Zira evladın hayırlısıdır. Nitekim Habîb-i Ekrem (s.a.v.) “İlk çocuğunun kız olması kadının bereketindendir. Ben Allâhü Teâlâ'dan ağırlığı ve zahmeti olmayan evlad istedim, bana kız çocukları verdi.” diye buyurmuştur. Çocuğa güzel bir isim vermelidir. Yedinci gününde veya daha sonra akîka kurbanı olarak oğlan için iki, kız için bir kurban kesmelidir. Yedinci günden on yaşına kadar olan zaman içinde oğlunu sünnet ettirmelidir. Oğlu veya kızı altı yaşına gelince, onlara Kur'an'ı, dinin farzlarını ve edeblerini (ilmihal bilgilerini) öğretmelidir. Çocuklarının eğitimine ihtimam göstermeli, ok atmayı, yüzmeyi ve bir san'atı öğretmelidir. Zira hadîs-i şerîfte: “San’at fakirlikten emniyettir.” buyurulmuştur. Din ilmine rağbet ederse, ona hidayet olur. Kız çocuklara bilhassa yemek pişirmek, dikiş dikmek gibi lüzumlu sanatları öğretmelidir. Süsleme, giydirme, yedirme ve hediye vermekte bütün çocuklarını bir tutmalıdır. Turfanda meyveyi önce kız çocuğuna vermelidir. Zira onların yürekleri daha yumuşak ve zayıftır. Çocuklarına çok merhametli davranmalıdır. Onları şefkatle öpmeli, acıyarak kucağına almalıdır. Onlarla oynayıp güler yüzle konuşmalıdır. Çocuklara hakaret ve bedduâ etmeyip hayır duâ etmelidir. Zîra bedduâ, fakirlik sebeblerindendir. Bazan kabul oluverir de onlara zarar verir. On yaşına gelen erkek ve kız çocuklarını ayrı yataklarda yatırmalıdır. Çocuklarını, evlenme çağına geldiklerinde rızaları ile evlendirmelidir. Çocuğunun yapamayacağı hizmeti ona emretmemelidir. Böylece âsî olmalarına sebep olmamalıdır. Yanında olan çocuklarına kendi yediğinden yedirmeli, giydiğinden giydirmelidir. Hiç kimsenin evladı hakkında kötü düşünmemeli ki, onun zararı kendi çocuğuna dönmesin. (Marifetnâme) Hadîs-i Şerîf: Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: "Muhakkak Allâhü Teâlâ çocuklarınız arasında, onları öpmekte bile adâletli olmanızı ister." (Kenzü'l-Ummâl) Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyururlar: “Evladın anne baba üzerinde üç hakkı bulunmaktadır. Doğduğu zaman ona güzel bir isim vermek, aklı erdiği zaman ona Kur’ân-ı Kerîm’i öğretmek, evlenme çağına geldiğinde evlendirmek.” (Sahîh-i Buhârî, el-Mektebe) Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: “Muhakkak ki muallim, sabi için “(بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ) "de” diye söylediği zaman, sabi de" “(بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ) dese Allâhü Teâlâ, muallim için de sabi için de onun ebeveyni için de cehennemden bir beraat yazar” (Kurtubî)
HELÂL MAL VE ANNE DUASININ BEREKETİ İmâm Buhârî rahmetullâhi aleyh Hazretleri, Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en güvenilir kitap olarak kabul edilen Sahîh-i Buhârî isimli hadîs-i şerîf kitabının müellifidir. İsmi Muhammed bin İsmail olup Mâverâünnehir beldelerinden Buhârâ’da (Özbekistan) dünyaya geldi ve oraya nispetle kendisine “Buhârî” denildi. İslâm âlimleri tarafından kendisine, Hadîs ilminde “Emîru’l-Mü’minîn” unvanı verilmiştir. Zira hadîs-i şerîfleri sağlam ve muhkem bir şekilde ezberlemekte, Allâh’ın Kitâb’ı ve Resûlullâh’ın sünnetinin manalarını anlamakta, keskin zekâlı ve ince fikirli olmakta onun bir misli görülmemişti. İmâm Buhârî Hazretlerinin ilimde yüksek mertebelere ermesini hazırlayan sebeplerden birisi de annesinin hayır duası ve babasının kazandığı malın helâlinden olmasıdır. Fazl el-Belhî şöyle anlatmıştır: İmâm Buhârî (rah.) çocuk iken gözlerini kaybetmişti. Annesi, çok ibadet eden sâliha bir hanım idi. Bir gece rüyâsında İbrahim aleyhisselâm’ı gördü. Hazret-i İbrâhîm, ona buyurdu ki: “Allâhü Teâlâ, senin çok dua etmen sebebiyle evlâdının gözlerini iade etti.” Sabah olduğunda oğlunun gözlerinin açılmış olduğunu gördü. Annesi, evlâdının ilim tahsil etmesine de çok ihtimâm göstermiş, ilim tahsîline henüz küçük yaşta başlatmıştır. Babası İsmail de ilim ehli bir zât idi. İmâm Buhârî küçük yaşta iken babası vefat etmiştir. Vefatı sırasında yanında bulunan Ahmed bin Hafs’a, “Malımda bir dirhem bile haram yahut şüpheli bir şey olmadığına inanıyorum. Zira buna gayet dikkat ettim.” demiştir. NÜKTE: FİKRİN ESVABI Cahilin biri, bir mecliste konuşulan mevzuya karışıp o mevzu üzerine fikir beyan etmeye başlamış. Meclistekilerden biri, “Bu fikrinizin esbâbı (sebepleri) nedir?” diye sormuş. O cahil de: “Aman efendim, hiç fikrin esvâbı (elbisesi) olur mu?” diye şaşırarak karşılık vermiş. (Hayat Rehberi) قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: دُعاءُ الْوَالِدِ لِوَلَدِهِ كَدُعَاءِ النَّبِيِّ لِأُمَّتِهِ. (فيض) Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “(Anne) babanın evlâdına duası, (kabul olunmak husûsunda) bir peygamberin ümmetine duası gibidir.” (Münâvî, Feyzu’l-Kadîr)
CENNETE ULAŞTIRAN BİR AMEL Enes (radıyallâhü anh) anlatıyor: Resûlullah Efendimizle (s.a.v.) birlikte oturduğumuz bir vakit: "Şimdi yanınıza cennetlik bir kişi gelecek." buyurdular. Bu sözün hemen arkasından Sa’d bin Ebû Vakkâs (r.a.) yanımıza geldi. Ertesi gün Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) yine aynı sözü söylediler, yine Sa’d (r.a.) geldi. Üçüncü gün de aynı sözü buyurdular, gelen kişi yine Sa’d bin Ebû Vakkâs idi. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) oradan ayrılınca, Abdullah bin Amr (r.anhümâ) hemen Sa’d’ın (r.a.) yanına gitti ve üç gün onun müsâfiri olmak istediğini söyledi. Abdullah (r.a.), müsâfir olduğu zaman zarfında onun, kendisinden fazla bir ibâdet yaptığını görmedi. Sadece gece yatınca, sabah namazına kadar sağa sola dönerken Allâhü Teâlâ’yı zikrediyordu.” Abdullah (r.a.) anlatıyor: “Sa’d’ı üç gün üç gece takip ettim. Bunlardan başka, bir de hayırlı olandan başka hiçbir söz söylemiyordu. Neredeyse onun amelini küçük görecektim. Sonra dayanamayıp: Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), üç ayrı mecliste cennetlik bir zât yanınıza gelecek demişti, her birinde sen geldin. Ne vesîleyle bu mertebeye eriştiğini görüp sana uymak istedim. Fakat öyle fazla bir amel yaptığını göremedim. Seni bu dereceye ulaştıran nedir?’ dedim. Sa’d (r.a.): "Gördüklerinden başka birşey yapmıyorum.’ dedi. Bunun üzerine yanından ayrıldım, giderken beni geri çağırıp dedi ki: ‘Gördüklerinden başka bir şey yapmıyorum. “Ancak ben hiçbir Müslümana karşı, içimde hiçbir kötülük olmadığını görüyorum, onlara kötü bir söz de söylemiyorum." :Ben de: "Tamam, seni bu makâma eriştiren ve benim de güç yetiremeyeceğim amel işte budur.’ dedim.” (İbn-i Asâkir, Tarih-i Dımaşk)
Ehli sünnet müesselerine sahip çıkmadiniz. Ülkenin mevzuatına göre işleyen kurumları Merdiven altı kurum diye nitelendirdiniz. Kardeşi kardeşe,Babayı evlada,Ev halkını birbirine düşúrdünüz.Bu vebalin altından Kalkamadiginiz ortada..Arsız güçlü olunca,masum suçlu sayılır. Hatayı söyleyen @herkes e savaş açtınız. Şimdi sonucunu görünüz ve ecdadımızın kemiklerini sızlatıyor vebalinizi artiriyorsunuz. Böyle bir tebliğ ve dine ısındırmak hangi eserde var. 🌹Peygamber Efendimiz ﷺ şöyle buyurdu:🌹 “İlerde başınıza geçecek bazı âmirler/yetkililer olacak, hem zulmederler hem de yalan söylerler. Kim onların yalanlarını tasdik eder ve zulümlerine yardımcı olursa, o benden değil, ben de ondan değilim. O kimse, Kevser havuzuna da gidemez. Fakat onların yalanlarını tasdik etmeyen ve zulümlerinde onlara yardımcı olmayan kimse ise, o da bendendir, ben de ondanım ve o Kevser havuzuna da gider.” ~ Mecmau’z-zevaid, 5/248
Camilere Yapılan Bu Ayakta İşeme Yerleri,Abdestin Ve Namazın Şartı Olan Necasetten Taharet Emrine %100 Aykırıdır.Buralara İşeyenlerin Çamaşırlarına İdrar Bulaşacağından Onların Abdestleri Ve Namazları Aslaa Caiz Değildir. Şimdiye Kadar Buna Dikkat Etmeyerek Namaz Kılmış Olanlar Namazlarını Kaza Etmelidir.Aksitakdirde Ahirete Namaz Borçlusu Olarak Giderler.
KİTAPLARI BURADAN ALABİLİRSİNİZ. İKİ KİTAP DA BİRBİRİNİ TAMAMLIYOR.
KİTAPLARI BURADAN ALABİLİRSİNİZ. İKİ KİTAP DA BİRBİRİNİ TAMAMLIYOR.
DECCAL'İN POSTALI
https://www.selamkitap.com/deccalin-postali
KÜRESEL TUFAN
https://www.selamkitap.com/kuresel-tufan
7 aylık emek, 5 ay basılamamıştı. Basmayan yayınevleri utansın! Düşündüğümden daha çok sahip çıktınız insan ailem. 2. Baskıya girdi. Emek, azim ve her şey arşiv kayıtlara geçti. Bu iki eserim başucu kaynağı olarak görenler önümüze sunulanı asla yemeyecek ve yutmayacaklar. Fırından taze 2. baskı sıcak çıkıyor. Yaklaşık 1000 (bin) sayfalık iki eserim tüm ailelere ve çocuklarınıza miras. Geleceğiniz için çok önemli. İki kitap birbirini tamamlıyor. DECCAL'İN POSTALI VE KÜRESEL TUFAN İKİNCİ BASKIDA.
KARBONAT KULLANIMINDA BUNLARI YAŞIYORSUNUZ BİLGİNİZ OLSUN
Karbonat kullanımındaki olan etkiler ilk günlerde toksinlrrden dolay 6 gün başınız ağırıyor 3 gün sonra ishal oluyorsunuz simsiyah atıyorsun...
-
“Allahümme ente'sselâm ve minke'sselâm tebârekte ve teâleyte yâze'lcelâli ve'l-ikrâm“ Sözünü her namaz bitiminde selam son...
-
*SEHERLERDE UYANIK OLMANIN SIRRI, CENAB-I HAK KİMDEN RAZIDIR!* "Bir İnsan Cenab-ı Hakk’ın kendisini sevdiğini nasıl bilir? Seher vaki...
-
ŞEYTANIN, EVLÂTLARIMIZA ORTAK OLMA MESELESİ Bil ki; • Evlâdına lânet ve beddua ederek şeytana ruhsat verirsen, • Ensest (aile içi-haram) ...



























.jpg)
















