TEVHÎD RİSALESİ (GAZÂLI)
Her sultanın saltanatı ve hükümranlığı belli bir müddet devam eder.
Lakin "La ilahe illallah" bu kuraldan müstesna olup, onun saltanatı ilelebet devam edecektir.
Hükmü öncekilerin ve sonrakilerin isteğine bakılmaksızın herkesi kuşatmış, göklerde ve yerde olanların hepsini kaplamıştır.
Kur'ân-ı Kerîm'de buna işaretle: "Göklerde ve yerde bulunan herkes Rahman'a kul olarak gelecektir" buyrulmuştur. (Meryem Süresi, âyet: 93)
Bunların bazısı aşk-u şevkle, ve itaat etmiş bir halde; bazısı da istemeyerek, zoraki bir şekilde O'nun huzuruna gelirler. "Göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez Allah'a secde ederler.
Gölgeleri de uzayıp kısalarak O'na secde etmektedir" âyet-i kerîmesi bu konuda söylenenlere delalet eder.
A'raf Süresi, âyet: 172
"Rabbin ademoğlunun belinden zürriyetlerini almış ve:
'Ben sizin rabbiniz değil miyim' diye onları kendilerine şahit tutmuştu.
'Evet buna şahidiz' dediler. Bu, kıyamet günü 'Biz bundan habersizdik dememeniz içindi."
Ra'd Süresi, âyet: 15
Bu âyeti şu şekilde tefsir etmek mümkündür:
Alem-i fazl isteyerek, âlem-i adl istemeyerek; 'Evet, sen bizim rabbimizsin' dediler. Allah-u Teala, onları Adem(a.s)'in belinden çıkardıktan sonra iki fırkaya ayırdı.
Alem-i fazl Ådem(a.s)'in sağında, ålern-i adl solunda yer aldı.
Bunun akabinde Allah-u Teâlâ her iki gruba da anlama, işitme ve konuşma melekesi verdi.
Daha sonra onlara hitap etti ve onları kendilerine şahit tuttu.
Onların hepsi Allah'ın birtek olduğunu ikrar ettiler ve de "Evet, sen bizim rabbimizsin" dediler.
Bu iki grubun ikrarları arasında çok ince bir ik vardı.
Şöyle ki; Alem-i fazl isteyerek, hemencecik o ânda; Aleni adl ise istemeyerek, gevşek bir eda ile 'Evet' dedi.
Onlardan bu şekilde söz alınması kıyamet günü 'Bizim bundan haberimiz yoktu' dememeleri içindi.
SAYFA 31 İMÂM-I GAZÂLI
Bu fırkaların âlem-i kudretten âlem-i hikmete geçmesiyle birlikte kendilerinde gizli bir şekilde bulunan 'Allah'ın varlığı ve birliği' fikri kendiliğinden ortaya çıkmıştır.
Alem-i fazl içlerindeki bu sese kulak vererek tam bir inançla 'Evet' demek suretiyle sözlerini tutmuşlar; Âlem-i adl ise doğruluğuna tam olarak inanmamış bir halde 'Evet' dediği için verdikleri ahde vefa gösterememiş, mîsakı bozmuşlardır.
İşte bu sebeple Allah-u Teala âlem-i fazlı medh-u senâ ile anmış ve; "﴾20﴿ Onlar, Allah’a verdikleri sözü yerine getirirler, yeminlerini asla bozmazlar.
(Ra'd Süresi, âyet:)
Âlem-i adle ise onları kınayarak: "Allah'a söz verdikten sonra ondan cayanlar, Allah'ın bitiştirilmesini emrettiğini ayıranlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar yok mu. İşte lanet ve cehennem onlar içindir" şeklinde hitap etmiştir.(Ra'd Süresi, âyet: 25)
Allah'a karşı verilen bu 'Evet' sözü, kıyamet meydanında, âlem-i fazlin emanete riayet etmeleri sebebiyle lehlerinde; âlem-i adlin emanete hıyanet etmeleri nedeniyle aleyhlerinde şahidlik yapar.
Daha sonra herkesin amellerinin yazılı olduğu, herkesin üzerine şehadet edecek olan bir kitap gönderilir.
Bu hakikat Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde belirtilmiştir:
"Her insanın amelini boynuna dolarız ve kıyamet günü onun için açılmış bir kitap çıkarırız. 'Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak senin nefsin sana yeter' deriz.
(isrå Süresi, âyet: 13-14)
SAYFA 32 TEVHÎD RİSALESİ
Allah-u Teala, seni nefsin üzerine şahid tutarak, verdiğin sözü unuttuğunu, zâlim ve câhil olduğunu sana hatırlatır. Böylece sen ikrardan inkâra düştüğünü kabul edersin.
"Allah şüphesiz Allah yolunda savaşarak öldüren ve öldürülen müminlerin nefislerini ve mallarını Tevrat, İncil ve Kur'ân'da söz verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın almıştır.
Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır.
Öyleyse yaptığınız alış-verişe sevinin, bu büyük bir kazançtır" âyetinde 'kalbin' değil de 'nefsin' satın alınması dikkati şayandır. (Tevbe Süresi, âyet: 111)
Zira 'kalb' yaratılmış olan hiçbir şeye köle olmaz.
Mevcudâttan hiçbir şey onu çalamaz.
Çünkü kalb Hak'dan gayrısıyla ünsiyet kurmaz, Allah'ın zikrinden başka birşeyle tatmin olmaz.
Kalb bu konumu itibariyle alınıp satılamayan, Allah'tan başkasına boyun eğmeyen hür bir kimseye benzer.
Nefis ise böyle değildir.
O, şehvanî şeylerle tatmin olur.
Zevk ve lezzetlere olan meyli sebebiyle onların esiri olur. Esirin ise alım-satımı caizdir.
Bu anlatılanlar şeriat kabının zahirinden taşan birkaç damla, zahirî ilmin bazı kırıntılarıdır. Bilindiği üzere, sözün akışı vaktine göredir:
Sen arındığın zaman sözün de arınır, sen bulandığın an o da bulanır.
'Nefis' ve 'kalb' meselesine şu şekilde de yaklaşılabilir:
Kalb halkla değil Hak'la;
nefis ise Hak'la değil halkla meşgul olduğu için, kalb yerine nefis satın alınmıştır.
SAYFA 33 İMÂM-I GAZÂLI
Nefis kötü sıfatlar ve bayağı hasletler üzere yaratılmış olduğu için afet bölgesi, muhalefet yurdudur.
Kalb ise güzel sıfatlar ve iyi huylar üzere yaratılmış olduğundan itaat ve ibadet beldesi hüviyetindedir.
İşte nefsin kötü vasıflarının iyi vasıflara, kalbi özelliklere inkılab etmesi için nefis satın alınmıştır.
Nefis alım-satım kefesine konulup, teslim işlemleri yapılınca, Allâh-u Teâlâ nefsi hayra çağırmakla görevli bir meleği ona gönderir.
Melek onu daimî surette hayra davet edip şerden men eder.
Bu hal aralarında bir dostluk kurulana dek devam eder.
Nefis ağırbaşlı, boyun eğecek bir vaziyete gelince, melek ondan tüm kötü sıfatları alır ve onu güzel sıfatlarla donatır.
Böylece o, küfür karanlığından iman aydınlığına, tüm kötü sıfatların zulmetinden iyi sıfatların nuruna ulaşır.
Nefis, küfür karanlığı ve onun vasıflarından kurtulup, muhalefet ve inadından vazgeçince emre boyun eğer.
Allâh-u Teâlâ da ondan razı olur.
Nefis bu ağırbaşlı ve mutmain tavırlarıyla Allah'ın kulları arasına girer ve:
"Ey nefs-i mutmainne!
Rabbini razı edecek bir halde ve sen de rabbinden razı olacak bir vaziyette O'na dön.
Kullarımın arasına ve cennetime gir"
(Fecr Süresi, âyet: 27) âyetine mazhar olur.
Ålem-i adlin, âlem-i kudret hakkında nifaka tutulup, âlem-i hikmeti inkâr etmesi sebebiyle onların nefsleri satın alınmaya layık görülmemiştir.
Allâh-u Teâlâ onların nefislerini muhafaza etmeyip, onları şeytanın vesveseleriyle başbaşa bırakmıştır.
SAYFA 34 TEVHİD RİSALESİ
Böylece şeytan onları daima şerre, kötülüğe çağırır, pisliklerle onları aldatır; mayalarındaki bozuk şeylere, şehvete, isyana, Allah'ın bayraklarına karşı çıkmaya davet eder.
Bunların neticesinde nefis âdeta şeytanlaşır, kötülüğü emredip, iyiliği nehyeden bir hale gelir. Nitekim "Şüphesiz nefis kötülüğü emreder" âyeti tecelli eder.
Şeytan böylece o nefislerin en kuvvetli yardımcısı ve en vefalı dostu olur.
Bu husus Kur'ân-ı Kerîm'de: "Kim Rahman'ın zikrine karşı kör olursa, ona şeytanı arkadaş ederiz" âyetiyle beyan olunmuştur.
(Zuhruf Süresi, âyet: 36)
Allah-u Teala, âlem-i fazlı kendi nefislerine şahid tutup, onlara tevhîd ve takvayı ilham etti.
Aynı şekilde âlem-i adli de kendi nefislerine şahid tuttu.
Fakat onlara fücur ve masiyeti ilham etti.
Zira, "Nefse ve onu biçimlendirene, ona isyanı ve itaatı ilham edene and olsun" âyeti buna işaret eder.
(Şems Süresi, âyet: 7-8)
Demek ki, Allah-u Teala'nın fazl-ı keremiyle muamele edip hidayete erdirdiği kimselere âlem-i fazl; adaletiyle muamele edip terkettiği, haktan uzaklaştırdığı kimselere âlem-i adl denir.
Korku, akıbetin kötüye gitmesinden değil daha çok işlenen kötülüklerden kaynaklanır.
SAYFA 35 İMÂM-I GAZÂLI
Allâh-u Teâlâ insanları karanlıkta yaratıp, onların üzerlerine
fazilet nurundan serpti.
O nurun isabet ettiği kimseler hidayet buldu, isabet etmediği kimseler dalalette kaldı.
Şüphesiz Allâh-u Teâlâ insanları adaletli bir şekilde yarattıktan sonra onların üzerine fazilet nurunu saçmıştır.
İşte bu nurun dokunmuş olduğu kimseler âlem-i fazl; dokunmadığı kimseler âlem-i adl oldu.
Bu nur sûret ve kalıplarda ışıyan bir ışık olmayıp, insanların kalblerine ve ruhlarına yayılan hidayet nurudur.
Nitekim: "Allah göklerin ve yerin nurudur.
O'nun nuru, müminlerin kalplerindeki içinde lamba bulunan bir kandile benzer.
O lamba cam içindedir, cam ise sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır.
Ne doğuya, ne batıya mensup olmayan mübarek bir zeytin ağacının yağından yakılır.
Ateş değmese bile neredeyse yağın kendisi aydınlatacak bir durumdadır.
O nur üstüne nurdur.
Allah dilediğini nuruna kavuşturur.
Allah insanlara misaller verir.
O her şeyi bilendir" buyrulmuştur.
(Nûr Süresi, âyet: 35)
Kandil, senin beşeriyetin; lamba, tevhîd nurun, cam ise kalbin mesabesindedir.
Kandilin beşeriyete benzetilmesi yoğunluk ve kapalılık sebebiyledir ki, kapalı yer karanlık olur.
Karanlıktaki lamba daha fazla ışık verir, aydınlığı daha çok kendini gösterir.
Tevhîd nurunun, lambanın ışığına benzetilmesi içeriyi ve dışarıyı aydınlatması nedeniyledir.
Kalbin ise cama teşbihi camın şeffaf ve latîf olmasındandır. Nasıl ki o her yeri aydınlatıyorsa aynı şekilde kalb de tevhîd nuruyla sair uzuvları ışıtır. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buna işaretle:
"Kalbinde huşu olan kimsenin tüm uzuvları haşyet içinde olur" buyurmuştur.
SAYFA SAYFA TEVHID RISALESİ
Yine camın inci gibi bir yıldıza benzetilmesi onun ışık yaymasına ve parıldamasına; bu yıldızın inci gibi oluşu cevherinin saf lığına, parlaklığının ziyadeliğine işarettir.
Doğuya ve batıya nisbet edilemeyen zeytin ağacından bahsedilmesi onun üstün nitelikli saf yağa sahip oluşu ve iyi yanmasından ötürüdür.
Tevhîd ağacı da böyle olup doğuya ve batıya nispet edilemez.
Yani o, putperestliğe, Yahudiliğe, Hıristiyanlığa, Dehriyye, Müşebbihe, Kaderiyye, Mu'tezile, Cebriyye gibi birtakım fırkalara ait birşey olmayıp, yüce İslâm dinine özgü birşeydir.
Zeytin ağacının doğuda ve batıda bulunmaması demek, tevhîd ağacının semavî, arzî, arşî, ferşî, ulvi veya süflî olmaması demektir ki o, halktan ayrılıp, büyük bir istekle Hakk'a doğru uçmaktadır.
Bu da onun halktan ayı, Hak ile beraber olduğu mânâsını taşır.
Yine bu ağacın [tevhîd ağacı] doğuda veya batıda olmaması, onun dünyayı ve dünyevî şeyleri ve de ahiret ve onun nimetlerini istemeyip sadece vechullahı arzuladığı anlamına gelir.
Sen bunu; "O cenneti arzulamaz, cehennemden korkmaz" ya da "Korku ona galip gelmediği için Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez.
Ümit ona üstün gelmediği için Allah'ın mekrinden (hile) emin olmaz.
Yani o, korku ile ümit arasındadır.
Bu bakımdan mümin bir kimsenin korku veya ümidi tartıldığı takdirde, her ikisinin de birbirine eşit olduğu görülür" şeklinde de anlayabilirsin.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder