"Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet! Al sana derya gibi sonsuz Karacaahmed!" Karacaahmed Mezarlığı'nda, Karacaahmed Sultan'ın kapalı türbesinden başka, açık, yarı açık türbeler de vardır; Osman Şems Efendi, Melek Hazretleri, Şeyh Behcetî Konevî, İbrâhim Hayrânî, Bekir Sıtkı Ateşli türbeleri, bu tür türbelerdendir. Öte yandan Nişancı Hamza Paşa'nın türbesi, yanlışlıkla "At Mezarı" olarak bilinmekte ve tanıtılmaktadır. Bunlardan başka her ne kadar mezarlarının üstünde türbe benzeri bir yapı bulunmasa da, Osmanlı Dönemi şairlerinden, Nâbî, Nedim, Enderunlu Vâsıf, Emin Hâki, Nâbîzâde Nâzım, Mirzâzâde Ahmed Neylî de Karacaahmed de medfundurlar. Ve tabîki, Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî, El-Mâruf (Bİ TUNAHANI) Efendi Hazretleri de Karacaahmed Sultan Mezarlığı'ndadır. Süleyman Efendi Hazretlerinin, 7 sütûn üzerine oturtulan, fazla derinliği olmayan bir kubbe ile tezyin edilmiş açık türbesi, "Kabr-i Şerif"i belki de, belki değil şüphesiz, dünyada bir eşi bulunmayan bir türbedir; Bu mekânda müvâzeneli yedi sütûn tasarımı, dizaynı çok zordur. Bu mübârek türbenin tasarımı, cennetmekân, merhûm, Kemâl Beyağabeyimizindir. (Kemal Kacar) Türbedeki 7 sütûn kalp, ruh, sır, hafi, ahfâ, nefs-i nâtıka ve nesf-i kül olan, Letâif-i Seb'ayı (yedi latifeyi) temsil etmektedir. Türbenin çizimini, merhûm Abdullah Mete yapmıştır. "Yedi sütunun bu mekânda uygulanması fevkâlâde zordur, çizimini yapsak bile müvhazeneyi tutturamayız," itirazlarına rağmen, merhûm Beyağabeyimiz, "buraya, bu türbe yapılacaksa, Muhammed Bahâüddin-i Nakşibendî'nin ifadesiyle, "Biz, Tarikat-ı Aliyye-i Nakşibendiyye mensupları, başkalarının sonunda ulaştığı yerden başlarız," düsturuna uygun olarak, Sey-i Sülûk'da kademe kademe nurlandırdığımız Cism-i Sağîr'in semasını teşkil eden Letâif-i Seb'ayı (yedi latifeyi) temsil etmesi şarttır." dedi. Netice olarak bu emsalsiz açık türbe tasarlandı, çizildi, uygulama bu tasarıya göre yapıldı ve böylece dünyada bir benzeri bulunmayan bu mübârek türbe, "Kabr-i Şerif" ortaya çıktı. Üstü açık makber, her mevsim dünya güzeli çim, çiçek, gül ve lâlelerle cennet bahçelerinden bir bahçe gibidir... Karacaahmed Mezarlığı'nda bulunan Süleyman Efendi Hazretleri'nin mübârek türbeleri "KABR-İ ŞERİF"leri, her gün onbinlerce mü'min tarafından sünnet-i Seniyye'ye, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat akidesine tam uygun olarak ziyaret edilmektedir. Ziyaretçilerden ba'zılarının bilmeden sünnete aykırı bir davranışları görünürse, vazifeli tarafından nâzikçe ikaz edilir ve bu mekânı sünnete uygun olarak ziyarette bulunması te'min edilir. İddia ediyoruz, Kürre-i Arz'da, şirk tevehhümüne meydan verilmeden, sünnete uygun, sayılı ziyaret mahallerinden birisi şüphesiz Süleyman Efendi Hazretlerinin "KABR-İ ŞERİF"leridir. "Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz..." (Bakara 2/216) Bilindiği gibi Efendi Hazretleri İrtihal-i Dâr-ı Bekâ buyurduklarında, (Tasarruf-u Hakîkî ve Manevî'ye geçtiklerinde) Fatih Camiî Haziresi'ndeki ders-i âm'lara mahsus yere defnedilecekti. Bunun için bütün hazırlıklar tamamlanmış, gerekli Bakanlar Kurulu Kararının istihsali için bütün temaslar yürütülmüş, devrin Başbakanı merhûm Adnan Menderes, devrin İstanbul Valiliği'ni ve Fatih Kaymakamlığı ile Vakıflar Bölge Müdürlüklerini, mezarın açılması için talimatlandırmış, mezar hazırlanmıştı. Fakat bilinen vak'alar dolaysiyle Fatih Camiî Haziresine defin yapılamamıştı. Efendi Hazretlerinin Fatih'e defnedilmemesi o tarihlerde hepimizi dilhun etmiş, kahrolmuştuk. Şimdi geldiğimiz noktada, "İyi ki, Efendi Hazretleri Fatih Camiî Haziresine defnedilmemiş," diyoruz. Düşünüldüğünde bu yıl, Efendi Hazretlerinin ebediyyete intikalinin 50. yılıdır, bu zaman zarfında, memleketimizde huzursuzluklar ve dört askerî darbe ve müdâhale yaşanmıştır. Efendi Hazretleri, hiç bir şartta değişmeyen milyonlarca ziyaretçi kabul buyurmuşlardır. Kabr-i Şerifleri eğer Fatih Camiî Haziresi'nde bulunsaydı, muhtelif müdahalelerle ve sıkıntılarla karşılaşabilirdik. Oysaki, sonsuzluğu temsil eden Karacaahmed'in derin sükûnetiyle her gün onbinleri ağırlamış ve fakat hiçbir rahatsızlık sezilmemiştir... Karacaahmed'deki Efendi Hazretleri'nin "Kabr-i Şerif"leri etrafında, ihvanımızdan ba'zıları kabir yeri edindiler. Tamamı boş olan bu mezar yerlerine, mermerlere isimlerini, unvanlarını kazıttılar. Hattâ ba'zıları sünnete aykırı olarak, "Eşrafından" gibi medih ve senâ sıfatlarını da nakşettirdiler. Bu satırların yazarı, statüsü bulunduğu makamlar ve mâlî imkânlar bakımından, Efendi Hazretleri'nin hemen yanı başında, arkadaşlarımızın te'min ettiği şartlar müvacehesinde istediği kadar mezar yeri tahsisini te'min edebilirdi. İstemedim. Çünkü, Hazretimizin civarında hatta bu ada'da bir tek kişinin bile defnedilmesi için müsâid boş bir yer yoktu. Her biri berzah âleminde bekleyenlerin statülerinin birer remzi olan, küçüklü-büyüklü, ihtiyar, genç ve sabî mezar taşlarıyla süslü, altları onlara ait ceset bakiyeleriyle doluydu. Boşaltıldılar, Üstad Necip Fazıl Bey'in beytinde, "Kavuklu, başörtülü, fesli başaçık taşlar, Taşlara yaslanmış da küflü başlar, Kum dolu gözleriyle süzüyor insanları; diye ta'rif ettiği manzaradan, öncelikle taşlar söküldü, vandalca kırıldılar, bir çukura atıldılar. Sonra, "Kum dolu gözlerle insanları süzen o küflü başlar yerlerinden kaldırıldılar, gözlerden uzak bir yerlere, derelere, çukurlara atıldılar, köpeklere oyuncak edildiler. Böylece boşaltılan boş(!) yerler, gıll-u gışlı satışlarla arkadaşlarımıza tahsis edildiler." Bu müddet zarfında Karacaahmed'de, İstanbul Mezarlık Müdürlüğü Şefliğini deruhte eden şeflerle görüştüm, "buralarda kesinlikle bir kişiyi bile defnedecek boş yer yoktu, boşaltıldı, ba'zı kimselere tahsis edildi," dediler. Onun için de, bendeniz kolayca mezar yeri alabilecekken, vicdanım, insafım elvermedi, mezar almaktan imtina ettim. Denilir ki, insanlar vefat ettiğinde, terekesinden öncelikle Teçhiz-ü Tekfin (cenazesinin hazırlanması, kefenlenmesi) ayrılır, borçları ödenir, meşrû vasiyeti yerine getirilir. Bir şeyler kalmışsa mirasçıları arasında taksim edilir. Berzah âlemine intikâl edenin, artık hiçbir mâmeleki (varlığı) yoktur. Ancak, defnolunduğu kabir yeri altıyla-üstüyle, yerin dibinden Arş-u Âlâya kadar onundur. Bilindiği müddetçe ve dînî bir zarûret olmadıkça bir başka yere nakledilmez, işgal edilmez, bir başkası onun üzerine konulamaz. Hele hele boşaltılıp, bir başkasına aslâ tahsis edilemez... Garîp bir tecellî'dir ki, Karacaahmed'de, Efendi Hazretlerinin civarında kendilerine hayatta iken kabir tahsisi yaptıranlardan %90'nına, burada yatmak nasip olmamıştır. Memleketimizin muhtelif yerlerinde Hakk'a yürüyen bu kardeşlerimiz bulundukları yerlerdeki kabristanlıklara defnedilmişlerdir. Buna mukâbil, hâl-i hayatlarında, buradan kendilerine mezar tahsisi yaptırmadıkları halde, ilâhî bir tecelli ile Karacaahmed'e, Efendi Hazretlerinin civarına defnedilenler vardır. Merhûm Mustafa Eker ile merhum Mehmed Yıldırım bunlar arasındadır. Merhûm Mustafa Eker, aslen Ankara Beypazarı'ndan olup, Sakarya-Hendek'de Kur'ân Kursu Muallimi iken vefat etmişti. Merhûm Mehmed Yıldırım ise, 1956'dan beridir, Süleyman Efendi Hazretlerinin eteğinden yapışma mazhariyyetine ermiş, İstanbul, Zeytinburnu, Taşcamiî Kur'ân Kursu Derneği Başkanı, yine Zeytinburnu, İstasyon Camiî olarak bilinen Emine İnanç Vakfı üyesi ve Başkanı iken henüz çok genç yaşlarında, talihsiz bir kaza sonucu Hakk'a yürümüştü. Cennetmekân merhûm "BEYAĞABEYİMİZ", ihvanımızdan iki kişinin vefatı üzerine çok üzülmüştü. Birisi yukarıda bahsettiğim, merhûm Mustafa Eker, diğeri Güdül, Hayrabolu ve diğer ba'zı ilçelerde müftülük yapmış bulunan Kemâl Hoca... İnsanların hangi topraklarda öleceği ve nerede, nereye gömüleceği belli olmadığına göre, yaşıyorken kendisi ve yakınları için mezar almak, yaptırmak, üzerine ismini kazıtmak ne kadar doğrudur? "Kıyâmet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın katındadır. Yağmuru o yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir, herşeyden haberdardır." (Lokman 31/34) (İnsanların bilmediği, yalnız Allah'ın bildiği şeylere "gayp, mugayyebât" denir. Allah'ın bildirmesiyle kulların, meleklerin, bunların ba'zılarını bilmesi, onları gaybolmaktan çıkarmaz.) Biz diyoruz ki, bu dünyada kendinize mezar hazırlayacağınıza, kendinizi mezara hazırlayın.
Mustafa AKKOCA
Tespitler. @yaarenler

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder